23 Aralık 2015 Çarşamba

Terörü besleyen kaynakların önemli ayaklarından biri cahilliktir. Cahillik, her zaman bilgi yoksunluğu anlamına gelmez. Bazen da bilgi kirliliği, eksik ve yanlış bilgilenme, cahilliğin başka bir çeşidini oluşturur. Kırsal kesimde çocukları terör örgütünün kucağına iten cahillik türü, temelde bilgi yoksunluğuna dayanıyorken, üniversite düzeyindeki çocukları terör sürecine dâhil eden cahillik türünü, bilgi kirliliği ile eksik ve yanlış bilgilenme teşkil eder.

Kırsal kesimde terör örgütünün çocukları kazanma yöntemleri genelde bilgi yoksunluna dayanmaktadır. Makam ve yetki vaat etme, ailevi sorunlardan faydalanma, işsizlik, macera arayışı, görülen kötü muameleler ve bunların terör örgütü tarafından etkili biçimde istismar edilmesi vb. hususlar, bilgi yoksunluğuna dayalı cahillik ile birleşince adeta zehirli bir terkip oluşmakta ve körpecik gençler kendilerini terör örgütünün kucağında bulmaktadırlar.


Örgütlü Cehalet

Eğitimli kesimde ise terör örgütünün temel dayanağı ve eleman kazanma yöntemi, bilgi eksikliği ile bilgi kirliliğine dayanmaktadır. Yanlış ve eksik bilgilenme, gençlerin başta Türk milli devletine güvenini yıkmakta, Türk kültür ve tarihine küstürmekte; nihayet bu süreç, Türk ve Türkiye düşmanlığı ile sonuçlanmaktadır. Terör sürecine dâhil olan eğitimli çocukların bir kısmı, önemli mevkilere kadar gelebilmektedirler. Özellikle üniversitelerde görev alan ve akademik kariyer yapanlar, üniversiteyi yeni kazanmış gençlerin terör sürecine dâhil edilmesine dolaylı katkıda bulunmaktadırlar. Bilgi eksikliğine dayalı cehalet, nitelik değiştirerek örgütlü hale gelmekte, üniversiteli çocukların terör sürecine dâhil edilmesi doğal bir süreç halini almaktadır. Bir şekilde terör sürecine giren çocukların hayatları zindan kesilmekte, birçoğu örgüt içi infazlar başta olmak üzere değişik şekillerde telef olmaktadır. Ülke ve millet olarak kaybettiğimiz şey sadece güvenlik görevlilerimizin ve suça karışmamış vatandaşlarımızın canı ve onların ülkeye hizmet potansiyelleri değildir. Terör örgütüne katılan çocukların da ülkemize hizmet etme potansiyelini kaybetmekteyiz. Özetle, yarım imam insanı dinden, yarım doktor candan etmektedir.

Yanlış ve eksik bilgi ile bilgi kirliliğine birkaç örnek vererek konuyu somutlaştırmak yararlı olacaktır.


Kürtler hep burada mıydı?

Etnik ırkçı çevrelerin ve terör örgütünün sıklıkla gündeme getirdiği bir iddia, Kürtlerin hep burada, yani Anadolu'da olduğu, Türklerin ise ancak 1071'den sonra Anadolu'ya geldiğidir. O bakımdan Anadolu'da bulunan her höyüğü, Kürtlere yamamak bir alışkanlık haline gelmiştir. Oysa tarihi kaynakların bize gösterdiği gerçek, Ortadoğu'da Kürtlerin ilk görüldüğü yerin Zağros dağları olduğu ve Anadolu'ya (ki sadece güneydoğunun sınır ve kısmen iç bölgelerine) önce Müslüman Araplarla, ardından Oğuz Türkleriyle birlikte geldikleridir. Dönemde yazılmış bütün kaynaklar, bunu açık şekilde teyit etmektedir. Üstelik bugün bizim doğu ve güneydoğu Türkiye'mizin o dönemdeki isimleri, orada yaşayan etnik gruplara göre verilmiştir ve hiçbirinde Kürtler yoktur. Üstelik ifade etmek gerekir ki, biz doğu ve güneydoğu Türkiye de dâhil olmak üzere bütün Anadolu'yu Kürtlerden yahut Araplardan değil, Bizans'tan aldık. Dolayısıyla "Siz geldiğinizde biz zaten buradaydık" sözü ile vurgu yapılmaya çalışılan egemenlik talep ve iddiası, ancak bir zevzeklikten ve psikolojik tatminden başka bir şeye karşılık gelmemektedir.


1938 Dersim olayları soykırım mıydı?

Bölücü terör örgütünün amaçlarına ulaşmak için hiçbir ahlaki kaygısının olmaması, şaşırtıcı şey değildir. Nihayet kundaktaki bebekten tutun da, bastonla gezen yaşlılara kadar on binlerce insanın kanını akıtan bir terör örgütünden, uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir suç şebekesinden bahsediyoruz. Böyle bir yapının, yalan bilgi yaymasını garipsememek gerekir. Şaşırtıcı olan bu bilgi kirliliğine ve yalanlara akademisyenlerin, devlet adamlarının, aydınların ve sorumluluk sahibi kişilerin ortak olmasıdır. Buna verilecek onlarca misal bulunabilir; ancak gündemde olan en yakın örnek 1938 olaylarıdır. 1938 olaylarının Aleviliğe ve Alevilere yönelik bir harekât olduğundan tutun da, Dersim'de bir soykırım yapıldığına dair onlarca laf uçuşuyor ortalıkta. Hatta daha uçuk iddialara göre Dersim'de 90 bin kişi öldürülmüş, olaylardan sonra da 100 bin kişi zorla göç ettirilmiş!!! 1935 nüfus sayımlarında 100 bin kişi kadar olan Dersim'de 190 bin mağdur yaratmak, ancak bir ölçüsüzlüğün ve akılsızlığın ispatı olabilir. Bu yalanlardan ve bilgi kirliliğinden maksat, bir mağduriyet yaratmaktır. Özelde Tuncelililerin, genelde ise Alevilerin, devletten soğumasını ve psikolojik kopuşunu sağlamaktır.

Bu iddialar, bilgi kirliliğinin ve eksik bilginin bir ürünüdür. 1938 olaylarının asıl nedeni, Kürtçülük hareketinin elebaşları ile vatandaşa toprak ve arazi dağıtmak isteyen devlete geçit vermemekte direnen aşiret ağalarıdır. Dönemin kaynaklarında açık şekilde görüleceği üzere aşiret ağaları, halkı ve bölgeyi kendilerine terk etmeleri karşılığında devlete pazarlık usulü vergi ödemeyi önermişlerdir.

Soykırım iddiası da oldukça komik durmaktadır. Çünkü isyanın elebaşı Seyit Rıza'nın bile soyunun kırılmadığı, kesilmediği bir harekâtı, soykırım olarak nitelemek, ancak komiklik olur. Bu iddiayı daha da komik kılan husus, 1940 yılında yapılan nüfus sayımında Tunceli nüfusunun 1935'dekinden 5 bin kişi az çıkmış olmasıdır. Göç ettirilenler ise toplam 3470 kişidir ve isim isim bunların kayıtları tutulmuştur. Elbette bütün bunlar, 1938 olaylarında kötü ve uğursuz şeyler yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Ancak olayların öncesi ve sonrası ile değerlendirip, kaynakları doğru şekilde okursak bilgi kirliliğinin önüne geçmiş oluruz. Geçmişin tatsız hatıraları üzerinde kutlu ve adil bir gelecek kurulmaz; geçmişten ders alarak ve aynı hataları tekrarlamayarak kurulur.


17 bin faili meçhul nerede?

Türkiye düşmanlarının ve terör örgütünün kamuoyu yaratmak için kullandıkları bir diğer iddia da son 30 küsür yıllık terör sürecinde Türkiye'de 17 bin kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiğidir. Sözde, PKK yanlısı 17 bin kişi devlet tarafından faili meçhul şekilde ortadan kaldırılmıştır. Elbette bunun da hiçbir dayanağı yok. Dilden dile dolaşan, kulaktan kulağa fısıldanan bu şehir efsanesi, şimdi her gün ekranlarda tekrarlanmaktadır. Büyük gazetelerden yazarlar, köşelerini bu iddiayla döşemektedirler. Akademisyenler, bu iddiayı dillerinden düşürmemektedirler.

Oysa gerçek çok başkadır. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından resmi-gayri resmi bütün kaynaklar elde edilerek yapılan bir çalışmaya göre, Türkiye'de 1984-2004 arasında herhangi bir örgüt ile bağlantılı olmayan faili meçhul cinayetlerin sayısı 568'dır. Üstelik bu faili meçhul cinayetlerin önemli bir bölümü de Güneydoğu Anadolu dışındaki bölgelerde işlenmiştir. 272 vatandaş ise polis merkezlerinde (karakol) iken "kaybolmuş"tur. Ayrıca ailelerinin kayıp olarak bildirdiği 795 kişi bulunmaktadır. Kayıpların akıbetleri belli değil; her şey olabilir. Yani polis merkezlerinde kaybolan 272 kişi hariç, diğerlerinin sorumluluğunu doğrudan devlete bağlamak yanlıştır. 17 bin ile bu rakamları yan yana koyun, aradaki farka bakın ve ne kadar büyük bir yalanın pazarlandığını görün.


Kime dışkı yedirildi?

Bilgi kirliliğine verilecek bir diğer örnek ise güvenlik güçlerinin Kürtlere dışkı yedirdiği ve hatta bunu sistemli bir şekilde yaptığıdır. Günümüze kadar bu konuyla ilgili sadece bir olay şikâyet konusu olmuş, açılan dava sonucunda bir rütbeli asker ceza almıştır. Öcalan'ın yakalanması ve ortamın normale dönmesiyle, şikâyetçi köylüler böyle bir olay yaşanmadığını ve ifadelerini PKK baskısı altında verdiklerini itiraf etmişlerdir. Olay ulusal basına da yansımıştır.

Prof. Dr. Ümit Özdağ ve arkadaşları tarafından bölgede yapılan ve Doğu Raporu adıyla yayımlanan bir saha çalışmasında da, dışkı yedirme iddialarının bir şehir efsanesi olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan mülakatlarda bu iddianın dile getirildiğini ancak olayı yaşayan, şahit olan veya gören hiç kimsenin çıkmadığı görülmüştür.


Sonuç

Terörle mücadele, çok yönlü ve çok oyunculu bir süreçtir. Çünkü terör örgütü, sadece dağda değil, bir ucu ile Avrupa'da, Irak'ta, ABD'de, diğer ucu ile aramızda, yanımızda-yöremizde, sokağımızda hatta televizyonlar ve gazeteler aracılığıyla evimizin içindedir. Sadece silahlı kanadı yoktur; topluma sirayet etmiş ve toplumun belirli kesimlerini etki altına almış birçok bileşenden oluşmaktadır. Dolayısıyla terörizmle mücadelenin diğer ayakları kadar, doğru bilgiyi bulmak, paylaşmak ve kamuoyu oluşturmak da son derece önemlidir. Etki altına alınmış kişilerin kurtulması, doğru bilgi ile mümkündür.

Ne yazık ki, devletimizin bütün imkânlarına rağmen etkili bir kamuoyu oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Toplumun kılcal damarlarına kadar etki eden bir yapılanmanın varlığı ise hayal gibi durmaktadır. Bırakın medyayı üniversitelerimize kadar sirayet eden örgütlü cehalet, gözle görülür şekilde ve açık ara önde gitmektedir. Bu örgütlü cehalet, derhal dağıtılmalı, zararlı etkileri asgariye indirilmelidir. Aydınlarımızın aymazlığını ve konuya ilgisizliğini, hatta konuya cehaletini de ayrıca sorgulamamız gerekmektedir. Türk aydını bilmelidir ki, doğru bilginin bulunması ve yayılması, terörizmle mücadelede önleyici bir tedbir olduğu gibi, gelecekte Türklüğün ve Türkiye'nin lekelenmemesi için de bir hayat damarı ve emsalsiz bir başvuru kaynağı olacaktır.

0 yorum :