Atatürkçülük Batıcılık mı? Türk
Devrimi yüzünü Batıya mı çevirmişti? Atatürk, çağdaş uygarlıktan bahsederken
gerçekten de Batıyı mı kastetmişti? Devrimin hedefi Batılı anlamda bir toplumsal
yapı yaratmak mıydı? Atatürk’ün çağdaşlaşma projesinin Batılılaşmayla bir bağı
var mıydı?
Ortadoğu coğrafyasının tekrar paylaşılması için başlayan sömürgeci
saldırı beraberinde elbette Batı sömürgeciliğini bu coğrafyada yenilgiye uğratmış
olan Atatürk’ü de tartışmanın odak noktası haline getirdi.
Ama bu tartışma, tartışma olmanın ötesinde Atatürkçülüğün içini
boşaltmaya yönelik bir saldırı. Geçmişte Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne karşı
mücadele edenler, bugün de onun fikirlerine karşı birleşiyor. Hep bir ağızdan
Atatürkçülüğü dejenere etmeye çalışıyorlar. Amaçları ise Atatürkçülüğün antiemperyalist
ve Batı karşıtı kimliğini bulandırmak.
Aslında Atatürk’e cepheden karşı çıkmayı tercih edecek olan
ama buna cesaret edemeyen çevreler bu sefer de onu olduğunun tam aksine, Batıcı
bir kimliğe büründürme çabası içine giriyorlar.
Atatürkçülük ortaya çıktığında, emperyalizm Doğuya yönelik
sömürgeci saldırısını başlatmıştı. Atatürkçülük bu saldırıya karşı antiemperyalist
bir tepki olarak ortaya çıktı. Batının başlattığı saldırı ilk olarak Türk milleti
ve Atatürk tarafından karşılanmıştı. Kendi ülkesini emperyalist işgalden kurtardığı
gibi bütün ezilen milletlere ilham kaynağı olmuş, bütün Doğunun mazlum milletlerinin
devrimci lideri haline gelmişti.
Atatürkçülüğü Batının yeni sömürgeci saldırısı karşısında zararsız
bir ideoloji haline getirmeye çalışan Batıcı takımın en çok korktuğu şey tam
da bu noktadır. O nedenle ısrarla Atatürk’ü de Batıcı gibi göstermeye çalışırlar.
Oysa Atatürk Anadolu’ya adım attığı gibi yaptığı ilk işlerden
biri “Şarkın mazlum uluslarının uyanışını” selamlamak olmuştu. Atatürk’ün Erzurum
Kongresi’ni açış konuşmasının içeriği “Şarktaki” mücadelenin millete açıklanmasından
ibaretti. Sonuçta Türklerin de bu yönde direneceği vurgulanmıştır.
Batıcıların
Hesabı Atatürk’ü
Halktan Koparmak
Atatürk Türk halkıyla tamamen bütünleşmiş bir devrimci. Emperyalistlerin
hesaplarının başarılı olması için öncelikle yapmaları gereken, bu sağlam bağları
zayıflatmak ve Atatürk’ü halktan koparmak. Onu klasik anlamda Batılı bir devlet
adamı haline sokmak. Batıcıların son dönemde yürüttüğü planın tüm hesabı bunun
üzerinedir: Atatürk’ün Batı karşıtı, antiemperyalist bir devrimci olduğunu unutturmak.
Böylelikle Atatürk Batı yanlısı gösterilerek iş “Atatürk yaşasaydı AB üyeliğini
desteklerdi” noktasına kadar vardırılmıştır. Batının sömürgeci saldırısına karşı
kendisini var eden Atatürk de böylece Batılılaşma sürecinin bir parçası haline
getirilerek Türkiye’nin paylaşılmasında ve parçalanmasında kulanılmak istenmektedir.
Atatürk’ü halktan koparmak için kullanılan en bildik argüman
da O’nun “halka rağmen Batıcı bir devlet yapısı kurduğu”dur. Burada kanıtlanmak
istenen Atatürk’ün Batılı bir kafaya ve eğitime sahip olduğu fakat Türklerin
Batılılaşabilmeleri için zor kullanılması gerektiğidir.
Oysa Atatürk’ü az çok bilimsel çerçevede inceleyen herkes onun
halka rağmen değil Batıya rağmen bir devlet kurduğunu ve bu devlete de “halk
devleti” sıfatını layık gördüğünü bilir.
Ancak Batıcılar Batının sömürgeciliğini el çabukluğuyla gözlerden
gizlemekte, Atatürk’ün çağdaşlaşma hedefini de Batılılaşma olarak göstermektedirler.
Peki Atatürk’ün çağdaşlaşması Batıcılık mıydı?
Türkiye’de
Çağdaşlaşmanın Yönü
Türkiye’de çağdaşlaşma mücadelesi iki farklı koldan yürümüştür.
Biri, çağdaşlaşmayı Batılılaşma olarak algılayan Tanzimatçı ve Meşrutiyetçi
akım, diğeri ise Batıya karşı kendi öz kimliğini yaratmaya ve onu çağın gerektirdiği
yere getirmeye çalışan milliyetçi, halkçı ve devrimci akım. Bu iki akım arasındaki
mücadele aynı zamanda Türkiye’de çağdaşlaşmanın da yönünü belirlemiştir.
Tanzimat’la gelen Batılılaşma, “çağdaşlaşma”nın yönünü Batıya
çevirmişti. Bu süreç Türkiye’yi parçalanmaya kadar götürmüştü. Türkiye’yi yönetenler,
Türklerin değil azınlıkların ve Batının çıkarlarını temsil eder hale gelmişlerdi.
Türk Devrimi bu sürece karşı gerçekleşti. Daha doğru bir ifadeyle,
Türk Devrimi’nin ortaya çıkmasıyla birlikte Batılılaşma sürecine son verilirken,
çağdaşlaşma da emperyalizmin dayatmalarına karşı “özleşme” olarak ortaya çıktı.
Bu sefer de çağdaşlaşma mazlum milletlerin yönüne döndü. Bu aslında Doğuya bir
dönüştü ve bu yönelişte Türkiye Batıcılıkta olduğu gibi bir taklitçi değil bizzat
önder bir millet oldu.
Şimdi soralım: Atatürk hangisini tercih etmiştir; Batının kuyruğuna
takılmış bir yarı sömürge olmayı mı, Doğunun ulusal kurtuluş mücadelelerine
önderlik etmiş bir çağdaş millet olmayı mı?!
Tanzimat’tan
AB’ciliğe İlericilik
Paradigması
Tanzimat’la başlayan süreç, hep ilericilik olarak algılandı.
Dolayısıyla Tanzimat’ın aktörleri de ilericiliğin temsilcileri olarak değerlendirildi.
Tanzimat’la birlikte Türkiye’de ortaya çıkan tüm akımlar ise, ilerici veya muhafazakar
olsunlar arkalarında dayanacak tek bir gücü gördüler. Herhangi bir Batı ülkesi.
Bu sürecin sonu iyi biliniyor. Ve bu süreci ayrıntısıyla Mustafa
Kemal Söylev’inde anlatmaktadır.
Ancak Türkiye’de güncel olarak propagandası yapılanın da bir
Tanzimat-Meşrutiyet süreci olduğunu vurgulamak gerek. Atatürkçülüğü Batıcılık
olarak göstermek isteyenler, ısrarla Atatürk’ün kendi görüşlerine değil Tanzimat’ın
ilericilik paradigmasına dayanıyorlar.
Atatürk tek bir kere bile Türk milletine Batıcılık diye bir
yol göstermemişken ve hatta Tanzimat’ın Batıcılık yolunu defalarca lanetlemişken
şimdi ortaya çıkıp Atatürk Batıcıydı demek açık bir tarih çarpıtıcılığı oluyor.
Atatürk’ü bugün Batıcı göstermek isteyen çevrenin hepsi ise
istisnasız Tanzimatçı ve Meşrutiyetçidir. Basit bir soru soralım onlara: Tanzimat’ın
ve Meşrutiyet’in Türk tarihindeki yeri nedir ve neye hizmet etmiştir? Sonra
cevaplarını Atatürk’ün tarihe bakışıyla karşılaştıralım.
En büyük şamarı her zaman bizzat Atatürk’ün kendisinden yiyeceklerdir.
Atatürk kendisi hakkında yaratılan bu tartışmaya ne derdi peki? Bunun cevabı
için de Atatürk Tanzimat’tan ve Meşrutiyet’ten arta kalanlara ne yapmıştır ona
bir bakalım.
Atatürk’e
Göre Batı ve Batılılaşma
Atatürk’e rağmen Tanzimatçılık sona ermiş değildir. Ne yazık
ki bugün Atatürk adına Tanzimatçı fikirler savunulmaya başlanmıştır. Bunların
önde gelenlerinden Hasan Cemal 7 Haziran tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde
Atatürk’ün yolunu şöyle tarif ediyor; “Atatürk Cumhuriyet Devrimi’nin altına
imzasını atarken, gözünü Avrupa’dan ayırmamış, Batıyı işaret edip çağdaş uygarlığı
hedef göstermiştir... Türkiye ‘Batı değerleri’ni bunun için benimsemiş, tarihi
yürüyüşüne böyle çıkmıştır.”
Hasan Cemal’e göre bugün Türkiye’nin önüne konan AB yolu, Atatürk’ün
başlatmış olduğu tarihi yürüyüşün bir devamı niteliğini taşıyor. Ancak Hasan
Cemal’in söylediklerine inanmak için tarihten bihaber olmak gerekir.
Hasan Cemal, Aydın Doğan’ın gazeteciliğine uygun bir ilkelilikle
yalan söylüyor. Atatürk Türk halkına “işaret gösteren” defalarca konuşma yapmıştır.
Hangisinde Batı vardır, Batı değerleri vardır?
Cumhuriyet Meclisi’nin herhangi bir oturumunda mı, Meclis’i
açış nutuklarından birinde mi, CHP kurultaylarında mı, Büyük Söylev’inde mi,
10. Yıl Nutku’nda mı, İktisat Kongresi’nde mi, Türk Tarih ve Dil Kurumlarını
açış nutuklarında mı, gençliğe seslenişlerinde mi, kendi yazdırdığı Tarih Kitabında
mı nerede bu işaret? Biri bize de göstersin de, Atatürk Batıyı işaret etmişse
biz de bilelim!
Ama somut olarak biz, AB sürecindeki adımların Sevr maddeleriyle
paralellik gösterdiğini ortaya koyabiliyoruz.
Azınlıkların her türlü imtiyazı kazandığı ve hatta devlet kurma
hakkının bile tanındığı, ekonominin tamamen IMF ve Dünya Bankası’nın denetimine
girdiği AB süreci 1921 yılında Sevr olarak önümüze sürülmüştü.
Ancak Atatürk bu dayatmaları kabul etmedi. Kabul edenlere karşı
da büyük bir mücadeleye girişti. Atatürk’e göre Batı, Türkiye’nin yok edilmesi
üzerinde ortaklık yapmış ve çıkarını bu yönde birleştirmiş sömürgeci bir yapıydı.
Batının gelişmesi Doğunun sömürülmesine ve geriletilmesine dayanıyordu. Atatürk’e
göre; “Eğer kuvvetli bir Türkiye mevcut olsaydı, denebilir ki, İngiltere’nin
bugünkü siyaseti mevcut olmayacaktı. Türkiye Viyana’dan sonra Peşte ve Belgrad’ta
mağlup olmasaydı, Avusturya ve Macaristan siyaseti işitilmeyecekti... Efendiler,
bir şeyin zararıyla, bir şeyin imhasıyla yükselen şeyler, bittabi o şeylerden
zarar görmüş olanı alçaltır ve hakikaten Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine
ve medenileşmesine karşılık Türkiye bilakis gerilemiş ve düşme vadisine yuvarlanadurmuştur.
Türkiye’yi imhaya müteşebbis olanlar Türkiye’nin imhasında menfaatler ve hayat
görenler münferit kalmaktan çıkmışlar, aralarındaki menfaatleri denkleştirerek
birleşmişler ve ittifak etmişlerdir. Bunun neticesi olarak bir çok zekalar,
hisler, fikirler Türkiye’nin imhası noktasında yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşan
şey, asırlar geçtikçe gelecek nesilleri adeta tahripkar bir anane şeklini almıştır
ve bu ananenin Türkiye’nin hayat ve mevcudiyeti üzerinde devamlı tatbikatı neticesi
olarak en nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi medenileştirmek gibi bir
takım görünüşteki vesilelerle, bahanelerle Türkiye’nin dahili hayatına, dahili
idaresine girmişler ve nüfuz etmişlerdir.”
29 Ekim 1930 tarihinde, Ankara Türk Ocağı’nda düzenlenen baloda
Amerikalı gazeteci Dorothy Ring, Hasan Cemal’in söylediklerine benzer şeyleri
Atatürk’e söyler. Ring’e göre Türkiye Atatürk önderliğinde Amerikanlaşmaktadır.
Gazeteci Türkiye’nin nasıl Amerikanlaşacağını merak etmektedir. Merakını gidermek
için Atatürk’e sorar, ancak aldığı cevap oldukça serttir; “Türkiye bir maymun
değildir ve hiçbir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak,
ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir.”
Hasan Cemal isterse Dorothy’leşebilir ama Türkiye Batılılaşamaz!
Hasan Cemal sadece bir örnektir. Türkiye’de belli bir kesim maymunluk etmek
için kendilerine Batılı modeller seçmektedir. Türkiye’nin de aynı doğrultu da
maymunlaşmasını istemektedir. Ama Atatürk gibi, Atatürkçüler de maymunlaşma
karşıtıdırlar.
Atatürk
İçin Çağdaş Uygarlık Batı
Değildi
Atatürk çağdaşlaşmayı Batılılaşmak olarak görseydi, zaten Tanzimat
ve Meşrutiyet’le Batı kampına dahil olan Türkiye’yi Batıya karşı savaşa sokar
mıydı? Yoksa Atatürk “çağdaş” Batıya karşı savaşmadı mı?
Cevabı Atatürk’ten dinleyelim: “...Artık durumu düzeltmek,
hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak bütün işleri
Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir
takım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle,
yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir;
tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.
İşte Türkiye de bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her
saat, her gün, her yüzyıl biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.”
Batı
Liberal Atatürk Değil
Siyasi ve ekonomik yapı zaten 200 yıldır Batı yörüngesine girmişti.
Bu 200 yıl hep anayasa mücadeleleriyle geçti. Parlamenter sistemin getirdiği
çok parti de Batının bize o zamanlardan kalan mirasıydı. Atatürk ise bütün bu
kalıpların dışında yepyeni bir model yarattı.
Türk Devrimi her anlamda Batı kampından, Batının yaratmaya
çalıştığı sömürgeci yapıdan kopmak için girişilmiş bir savaşımdı. Atatürk, Kurtuluş
Savaşı’ndan sonra da Batılı bir toplumsal ve siyasal yapı kurmaya çalışmadı.
Batı 1838’den beri Türkiye’ye ekonomik anlamda kendi kalıbını dayatmaktaydı.
Bu kalıp liberalizmdi ve Batının Türkiye’yi yağmalamasının önünü açan bir serbest
ticaret rejimini beraberinde taşıyordu. Bu rejim çok kısa bir süre içinde Türkiye’nin
tüm can damarlarını kesmiş ve Türkiye’yi bir yarı sömürge durumuna getinmişti.
Bugün Batıcı olduğu iddia edilen Atatürk ekonomik anlamda bu
Avrupa modelinin tam aksine halkçı ve devletçi bir programı hayata geçirerek
Batı “uygarlığı”nın temel taşlarından olan liberalizmi Türkiye’de saf dışı etmiştir.
“Bizim yolumuz liberalizmden başka bir yoldur”. Herhalde Batıcılar Batının liberalizmden
başka bir yolu olmadığını bilmektedirler!
Ancak Batıyla hesaplaşma sadece ekonomik alanla da sınırlı
kalmamıştır. Batının bir diğer “dokunulmaz değeri” olan Batı tipi demokrasi
ve parlamentarizm de Atatürk döneminde reddedilerek kuvvetler birliğine dayalı
devrimci bir rejim kurulmuştur. Batılılaşmış Osmanlı’nın Meşrutiyet meclislerinin
ve günümüzün parlamentosunun çok uzağında bir siyasal yapı oluşturulmuştur.
Kendi tarihine dayanan ve Türk halkına uygun halkçı, milliyetçi
bir toplumsal yapı nın inşaası da ulus bilincinin güçlenmesini sağlamak amaçlı
miliyetçi atılımlarla desteklenmiştir. Türk Dil Kurumu’nun ve Türk Tarih Kurumu’nun
kurulmasındaki temel neden de buydu. Atatürk yaptırdığı ve çoğu zaman bizzat
katıldığı bu çalışmalarla bir diğer Batı tahakküm alanı olan Avrupa merkezli,
ırkçı, sömürgeci tarih anlayışına karşı mücadele etmişti. Kültürel alanda da
Batıya karşı esaslı bir kimlik mücadelesi verilmişti. Atatürk, kendi tarihine
ve kültürüne dayanan yepyeni bir toplum yaratmayı hedefledi.
Türk Devrimi’nin programı olan 6 Ok tek tek ele alınacak olursa
bu ilkelerin hiç birinin Batıdan esinlenerek alınmış ilkeler olmadığı görülecektir.
Her biri emperyalizme karşı verilen mücadelenin kopmaz bir parçasıdır. Bunlardan
birinin eksilmesi programı olduğu gibi başarısız kılar.
Mustafa Kemal’in ağzından Batı uygarlığının hedeflendiği yönünde
tek bir kelime bile çıkmamıştır. Aksine Batı karşıtı bir mazlum millet dayanışmasının
sonucunda emperyalizme ve kapitalizme karşı bilinç vardır.
Batıya karşı savaşmış ve bu savaşla var olmuş bir milletin
yüzünü tekrar Batıya dönmesi elbette beklenemez. Atatürk de bu gerçekten yola
çıkarak, Türkiye’nin yerinin Doğunun ezilen milletlerinin yanında olduğunu ve
verdiği savaşın sadece kendi kurtuluşu için değil bütün ezilen milletlerin,
bütün Doğunun emperyalizmden kurtuluş mücadelesi olduğunu belirtmektedir.
İşte Atatürkçülük, Batıdan bağımsız ve esas olarak Batıya karşı
Doğu maneviyatından beslenen bir çağdaşlaşma ve “öze dönüş” projesidir. Kendi
halkının değerlerini gözeten, kendi tarihine yaslanan ve yerini de kendisi gibi
mazlum milletlerin yanında gören yeni bir uygarlık projesi.
Atatürk
Yüzünü Doğuya Dönmüştür
Atatürkçülük emperyalist işgale karşı antiemperyalist bir direnme
ideolojisidir. Bu ideolojinin beslendiği miras Doğunun yarattığı kültür ve maneviyattır.
Atatürk gerilemenin nedenini de burada görür. Ona göre Türkler kendi tarihinden
ve kültüründen koptukça Batıya yem olmaktadır: “Ne yazık ki, Türkiye ve Türk
halkı ahlaken düşüyor! Ve bu durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu maneviyatı
ile başlayan ve Batı maneviyatıyla sona erdirilen bu yol üzerinde bulunuyordu.
Batı ve Doğunun birleştiği yerde bulunduğumuz, Batıya yaklaştığımızı zannettiğimiz
takdirde asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Efendiler
hiç şüphesizdir ki, bugün bu memleketi bu milleti mahvolma ve yok olma çıkmazına
itmekten başka bir sonuç beklenemez bundan.” Batıcıların propagandasına göre
Avrupalılaşmayı hedefleyen Atatürk’ün Batı üzerine görüşleri işte böyledir.
Atatürk’ün mücadelesinin özü emperyalizme karşı milliyetçilik
ve tam bağımsızlıktır. Atatürk bunu fikri düzeyde savunmakla kalmaz. Bütün hayatı
emperyalizme karşı savaşmakla geçer. Bunun için de bütün mazlum milletlerin
emperyalizme karşı birleşmesi gerektiğini savunur ve yönünü hep Doğuya dönmüştür.
Doğunun Batıya karşı antiemperyalist mücadelesini savunur ve yüceltir.
Hatta Erzurum Kongresi’nde yaptığı durum değerlendirmesinde
şöyle konuşur; “Dört aydan beri Mısır’da İstiklali Milli’nin temin ve istirdadı
için pek kanlı vakayi ve ihtilalat devam ediyor... Hindistan’da istiklal için
vasi mikyasta ihtilaller oluyor. Maksadı millilerine vusul için bankalar, Avrupa
müessesatı, demiryolları bombalarla tahrip ediliyor.”
Atatürk, Doğunun onurlu mücadelesini coşkuyla karşılarken Batıyı
da lanetliyor. Batının yaratmış olduğu “medeniyet”in temelinde aslında insanlık
ve uygarlığa düşmanlık olduğunu söylüyor. Atatürk’e göre “Dünya iki zümreye
ayrılmaktadır. Birisi Doğu; ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, istiklalini
müdriktir; bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir zümre daha var ki, bunlar
sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Fakat bunların gayesi insaniyetin,
beşeriyetin iyiliğine yönelik olmadığı gibi bilakis zulüm, baskı olduğu için
onları lanetle yad etmekte kendimizi haklı görürüz.”
Atatürkçülük
Üçüncü Dünyacılıktır
Atatürk, Türk devletinin Asyalı bir devlet olduğunu söyler
ve yerini Asya’nın mazlum milletlerinin yanında belirler. Atatürk bu birlikteliği
emperyalistler açısından büyük bir tehlike olarak değerlendirmektedir. Çünkü
Batı, Asya’nın mazlum milletlerine karşı birleşmiş ve bu coğrafyayı paylaşmaya
karar vermiştir. Bu plana karşı birleşmiş bir Asya, Batı için büyük bir tehlikedir.
3 Şubat 1920 tarihli Hakmiyeti Milliye’de Atatürk bu “tehlikeyi”
şöyle ifade eder; “Asya tehlikesi, büyük bir kıtada oturan ve çoğunluğu Müslümanlardan
oluşan kavimlerin Avrupa boyunduruğundan kurtarılması tehlikesidir. Asya tehlikesi
vardır. Fakat bu tehlike milyonlarca insanın hürriyet ve istiklaline, uygarlaşma
kabiliyetinin gelişme ve ilerlemesine doğru yürümek istemesinden doğuyor. Bunu
tehlike sayanların insaniyetle ilişki dereceleri düşünülmeye muhtaçtır.”
Atatürk’ün “Asya tehlikesi” dediği şey, aslında bugün kendisini
Üçüncü Dünyacılık olarak nitelendiren mazlum milletlerin milliyetçi dayanışmasıdır.
Filistin’de, Irak’ta verilen antiemperyalist mücadelelerin ve onların milliyetçi
liderlerinin emperyalizm tarafından terörist ilan edilmelerinin nedeni de budur.
Aynı saldırılar Kıbrıs’ta AB’ye ve Yunanistan’a direnen Denktaş’a da yapılmaktadır.
Üçüncü Dünyacılığa karşı yürütülen karalama kampanyalarının altında yatan medeniyetin
kazanması değil “Asya tehlikesi”nin dindirilmesidir. Asya geri kalmakla karalanır.
Asya’nın güçlenmesi demek bütün dünyanın gericiliğe teslim olması demektir.
Ancak Atatürk hiç de öyle düşünmemiştir. Atatürk’e göre Asya’nın
uyanışı ve mücadelesi bütün dünyanın da kurtuluşunun habercisidir. Ona göre;
“Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya
yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir
toplumsal hale mazhar olacaktır.”
Görüldüğü gibi, Atatürk Üçüncü Dünya milliyetçiliğini aynı
zamanda Batının da kurtuluşu olarak görmektedir. Batının yaratmış olduğu sömürü
kültürü üzerine dayanan “medeniyet” ancak Doğunun mücadelesiyle yok olacak ve
insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hayata kavuşacaktır.
Emperyalizme
Karşı Doğunun Silahı: Milliyetçilik
Sömürgeleştirme saldırısına karşı direnmenin tek koşulu bir
millet yaratmaktır. Saldırıya uğrayan ve bölüşülen bir coğrafyanın emperyalizme
karşı direnebilmesi ortak bir dil, kültür ve amaç birliği yaratmakla mümkündür.
Bu da emperyalizmin yarattığı bütün birikimi reddetmeyi ve kendi tarihine ve
kendi köklerine dönmeyi gerektirir. Yok edilmeye çalışılan bir ulus, emperyalizme
karşı milliyetçi bir kimlikle var olabilecektir.
Atatürkçülüğü dejenere etmeye çalışanlar onun milliyetçilik
anlayışını da aynı şekilde tahrip etmeye kalkıyorlar. Milliyetçiliğin, Batıda
olduğu gibi bir ulus ve burjuva bir toplum yaratmayı hedeflediğini söyleyerek
onun antiemperyalist ve antikapitalist yönünü unutturmaya çalışıyorlar. Oysa
ki Batıda milliyetçilik burjuvazinin pazarını genişletmek ve kontrol altına
almak için uydurduğu bir kavramdı. Yarattığı toplumsal ve ekonomik yapı bireyden
ve pazardan oluşmaktaydı. Oysa, Atatürk milliyetçiliğinin amacı, Batının temelinde
var olan emperyalist ve kapitalist karaktere karşı bireyi değil milleti, pazarı
değil toplum çıkarlarını gözeten bir anlayıştı.
Atatürkçülüğe
Batıcı Saldırı
Bütün bu gerçeğe rağmen neden Atatürkçülük ısrarla Batıcı bir
akım gibi gösterilmeye çalışılıyor? Atatürkçülüğün Batıcılık olarak algılanmasının
kime ne gibi bir faydası olabilir?
Emperyalizm sömürgeleştirmek için girdiği ülkeye kendine bağlı
uydu yapıyı hakim kılabilmek için onun siyasi ve kültürel üstyapısını da kurmaya
ihtiyaç duyuyor. Bunu yapmak için de komprador aydınlarını ve yöneticilerini
yaratıyor. Böylece toplum ekonomik açıdan teslim alınırken bir yandan da kendisine
yabancı bir kültür ve siyaset mekanizmasının saldırısına uğruyor. Ortaya kendi
tarihinden ve kültüründen habersiz ama Batılı da olamayan bir toplum çıkıyor.
Atatürkçülüğün önemi de tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Günümüzde Atatürkçülüğü Batıcılık olarak yansıtmaya çalışanlara
bir bakalım: AB’yi savunan büyük sermaye çevreleri, geçmişten bu yana Atatürk
düşmanlığı yapan gericiler, Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin girdiği Batı
yörüngesinin imtiyazlı hale getirdiği yöneticiler, her fırsatta bölücülüğü savunan,
Batının kucağına oturmuş komprador aydınlar...
Bu ittifak aslında kulaklarımıza hiç yabancı gelmiyor. 1838’le
başlayan Batıya teslimiyet sürecinin mimarları da aynıları değil mi? Geçmişte
serbest ticaret anlaşmalarıyla imtiyazlı hale gelen Batılı ve Batı işbirlikçisi
sermaye çevrelerinin günümüzdeki uzantısı TÜSİAD, geçmişin Meşrutiyetçi ve mandacı
Damat Feritleri ve Enverleri bugün dönem dönem ülkenin başına geçen Tayyipleri
ve Dervişleri, geçmişte Atatürk’ü hain ilan eden Ali Kemal gibi Batı hayranları
bugün Ertuğrul Özkök gibi patron bekçileri ve vatan satıcıları olarak karşımıza
çıkıyorlar. Peki bunları bir araya getiren ne? Batının tekrar önümüze koyduğu
yeni Tanzimat ve Meşrutiyet ve en sonunda da geçmişte heveslendikleri ama kursaklarında
kalan Sevr.
Batı
Değişti mi ki Atatürkçülük Değişsin?
Geçmişte Türkiye’yi Batılılaştırmaya çalışan Tanzimatçılar
bugün de ortaya çıktılar. Arkalarında yine aynı Batı var. Aynı sömürgeci emellerine
ulaşmak için aynı yöntemleri kullanıyor. Geçmişte Türkiye’yi bölmek, parçalamak
ve paylaşmak için gelen Batı, günümüzde de aynı amaçlarla saldırıyor. Kısacası
Batı aynı Batı. Batının sömürgeci karakteri hiç değişmedi.
O halde Atatürkçülük neden değişsin? Geçmişte sömürgeleşmeye
karşı antiemperyalist ve milliyetçi bir mücadelenin ideolojisi olan Atatürkçülük
bugün de öyle.
0 yorum :
Yorum Gönder