12 Eylül kimi ezdi kime “yürü ya kulum” dedi?
12 Eylül’ün yeni bir yıldönümüyle
karşı karşıyayız... Darbenin üzerinden neredeyse 30 yıl geçmiş durumda
ve 12 Eylül’ün öncesiyle sonrasında yaratılan Türkiye’yi karşılaştırarak
sağduyulu analizler yapma şansımız var…
12 Eylül yandaşları, günde 20-30 kişinin öldürüldüğü terör ortamını göstererek Amerikancı faşist darbenin gerekli olduğunu savunurlar. Yanlış bir görüş. Ama en azından yöntemleri doğru. 12 Eylül’ün neden yapıldığının, amacının ne olduğunun anlaşılması için yapılması gereken öncesiyle sonrasını karşılaştırmaktır.
Herkesin diline doladığı bir klasik bir değerlendirme vardır: “12 Eylül üzerimizden bir silindir gibi geçti.”
Gerçekten de doğru. Ancak aynı zamanda eksik. Çünkü 12 Eylül tüm Türkiye’nin üzerinden “silindir” gibi geçmedi. 12 Eylül kimilerini ezerken, kimilerine de “yürü ya kulum” dedi.
12 Eylül solcuları ezdi, Şeriatçıların önünü açtı
12 Eylül lise ve üniversitelerdeki her tür örgütlenme alanını ortadan kaldırdı. Öğrenci eylemlerine katılan herkesi içeri aldı. Ya işkenceden geçirdi ya da tutukladı. İlerici bütün öğretim üyeleri üniversitelerden atıldı. Bir yandan da eğitim sistemi yeniden düzenlendi. İmam Hatip mezunlarının üniversitelerde diledikleri her bölüme girmelerine olanak tanındı. Din dersleri zorunlu hale getilirdi. Bu, Şeriatçı hareketlere taban oluşturmak için inanılmaz güzel bir fırsat sunmuştur. O kadar ki Fethullah Gülen Kenan Evren hakkında şöyle demiştir: “Kenan Evren sadece din derslerini zorunlu hale getirdiği için bile cennetliktir.”
12 Eylül işçiyi ezdi, sermayenin önünü açtı
12 Eylül solu ezdi Özal’ın önünü açtı:
12 Eylül sol dernekleri ezdi, tarikatların önünü açtı
12 Eylül’de pek çok sendika, dernek ve meslek odası kapatıldı. Türkiye’de her tür demokratik örgütlenme yasaklandı. Ama bir yandan da tarikatlara sınırsız özgürlük sağlandı. Fethullahçılar en büyük atılımlarını 12 Eylül’ün ardından yaşadı. 12 Eylül-tarikat bağının en güzel kanıtı Fethullah Gülen’in 12 Eyll’den hemen sonra yayınladığı darbeyi destekleyen şu yazısıdır:
“Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir. (...) Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” (Sızıntı, Ekim 1980)
|
12 Eylül sol örgütleri ezdi,sağın önünü açtı
CHP’yle başlayalım. Solun toplam gücünü CHP’nin oyları yansıtabilir. CHP’nin yarı yarıya düşen oy oranı, 12 Eylül’ün Türk toplumunu nasıl sağcılaştırdığının güzel bir kanıtı.
Tabii 70’lerin radikal sağ partileri MSP ve MHP’nin 80 sonrasında yaşadığı sıçrama da bu sağcılaşmanın sonucudur. Şeriatçılar güçlerini 6 kat, MHP’liler ise 3-4 kart artırmış durumda.
Solun bu çöküşü, “sosyalist sol örgütler” incelendiğinde daha da çarpıcı bir şekilde görülebiliyor.
70’lerin ünlü solcu işçi sendikası DİSK’in gücü 20 kat azalmış.
70’lerin anlı şanlı Dev-Yol’un gücü 12 Eylül’le birlikte 10 kat azalmış. Bugünkü EMEP’in dayandığı Halkın Kurtuluşu ise 30 kat zayıflamış. 1977’de Taksim’deki 500 bin kişilik ünlü 1 Mayıs’ı düzenleyen TKP ise tam anlamıyla çökmüş: Tamamen bitmiş.
12 Eylül sol örgütleri ezdi, PKK’nın önünü açtı
12 Eylül’le ilgili yapılan analizlerde unutulan çok önemli bir gerçeği de burada ortaya koyalım: PKK.
12 Eylül öncesindeki gücüyle bugünkü gücü karşılaştırıldığında en çarpıcı, en büyük gelişimi PKK’nın gösterdiğini görüyoruz. PKK, 12 Eylül öncesinde 100-200 kişilik çok küçük bir gruptu. Bugün yasal partisi DTP, 2009 yerel seçimlerinde toplam 2 milyon 200 bin oy alıyor. Artış 10.000 kat!
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. 12 Eylül’ün sağın önünü nasıl açtığı ortada. Bir yandan sol örgütler bastırılırken, bir yandan da her tür ilerici örgütlenmenin yasaklanması 70’lerin solcu toplumunu hızla sağcılaştırmıştı. Tarikatlar ve aşiretler de işte bu “Türk toplumunu sağcılaştırma” programında çok önemli bir yere sahipti. MHP’nin, RP’nin, şimdi de AKP’nin bunca büyümesinin ardında bu yatıyor.
Zaten 30 yıl öncesiyle günümüzü karşılaştırdığımızda, sokaklardaki türbanlı-çarşaflı kadın ve sarıklı-şalvarlı-çember sakallı erkek sayısının yüzlerce kat arttığını görebiliyoruz. Bu dönüşüm, onbinlerce kişinin işkenceden geçirilerek solun gücünün yüzlerce kat azaltılmasının sonucudur.
Ancak son 30 yılda yaşanan bir dönüşüm daha var: Kürtleşme.
Örneğin sokakta konuşulan Kürtçe 30 yıl öncesine göre milyonlarca kez arttı. Çünkü 70’lerde bu ülkede Kürtçe konuşan yoktu.
Aynı şekilde 12 Eylül’den önce bu ülkede Kürt mafyası yoktu. Uyuşturucu ticareti Kürtlerin elinde değildi. Otoparklarda Kürt değnekçiler beklemezdi... Kıyı şeridi Kürtler tarafından istila edilmemişti. Zaten 30 yıl önce ben Kürdüm diyenlerin sayısı da son derece düşüktü.
Yani 30 yılda Türkiye’de sağcılık ve Şeriatçılıkla birlikte artan bir başka siyasi kimlik de Kürtlük ve bölücülüktür. Bu değişimi 12 Eylül’den bağımsız ele almak doğru olamaz. Sağın gelişiminin sorumlusunun 12 Eylül olduğunu tespit ediyorsak, Kürtçülüğün ve PKK’nın gelişiminde de 12 Eylül’ün payı olduğunu görmemiz gerekir.
PKK: Doğunun MHP’si
Peki PKK’nın 12 Eylül sonrası gelişimi nasıl sağlandı? Öncelikle PKK’nın 12 Eylül öncesi misyonuyla 12 Eylül’ün misyonunun birebir aynı olduğunun altını çizelim: Solu bitirmek!
PKK’nın 78-80 arası yaptığı eylemlerin büyük çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu’daki sol örgütlere karşıdır. Bölücü örgüt, o dönem “doğuyu Türk örgütlerden temizlemek” gibi bir strateji izliyordu. Bunu da açık açık ifade ediyordu. 78-80 arası, PKK sol örgütlere defalarca saldırı düzenledi. Yüzlerce devrimciyi öldürdü.
MHP Türkiye’nin batısında ve İç Anadolu’da ne yapıyorsa, aynısını PKK da doğuda yapıyordu. PKK adeta doğunun MHP’siydi. Üstelik bunu biz söylemiyoruz. Bugün PKK kuyrukçuluğu yapan Dev-Yol ve EMEP çevreleri o dönem böyle diyordu. 80 öncesinde PKK “Doğunun MHP’si” olarak görülürdü. Haksız da sayılmazlardı, çünkü sola batıda saldıran MHP’ydi, doğuda saldıran ise PKK!
PKK’nın bu “doğuyu Türk sol örgütlerinden temizleme” stratejisi, 12 Eylül’den sonra da devam etti. Daha doğrusu 12 Eylül yönetimi tarafından devam ettirildi. Faşist darbe Türkiye’deki bütün solu cezaevine tıkınca meydan da doğuda PKK’ya kaldı.
PKK’lılar en rahat taban örgütlenmesi fırsatını 12 Eylül döneminde, 80’ler boyunca buldu. Aynı dönemde Türkiye’nin solcuları cezaevindeydi. Çoğu işkence görüyordu. Hakim karşısına çıkmayı başaranlar onlarca yıllık cezalarını çekiyordu. Tutuklanmaktan kurtulanlar bir yolunu bulup yurtdışına kaçmak zorundaydı. 90’lara gelindiğinde cezaevinden çıkanların ise her tür siyaset hakkı ellerinden alınmıştı. PKK’nın en çok örgütlendiği o 80’lerde Türk Solu’nun eli kolu işte böyle bağlanmıştı.
Türk Solu cezaevlerinde işkence görürken, yapabileceği tek eylem açlık greviyken, PKK eylemlerini rahatlıkla yapıyordu. O kadar ki, ilk silahlı eylemlerini 15 Ağustos 1984’te, yani onbinlerce solcunun zindanlarda hâlâ işkence gördüğü, çoğunun hakim karşısına bile çıkmadığı bir dönemde gerçekleştirebilmişti.
Şimdi sormak istiyoruz, “silindir” bütün solu ezmiş, hepsini tutuklamış işkenceden geçirirken, PKK nasıl oluyor da eylem yapabiliyordu? Bütün sol 1.000 kata varan bir güç kaybına ulaşırken, 12 Eylül öncesinde 100-200 kişilik küçük bir grup olan PKK, nasıl oluyor da bugün 2.5 milyonluk oy potansiyeline ulaştı?
12 Eylül PKK’ya da “yürü ya kulum” dedi
Ayrıca 12 Eylül, bütün örgütlere darbe vururken, PKK’yı es geçmiş, hatta faaliyetlerine göz yummuştu. 650 bin kişiyi gözaltına alan, 230 bin kişiyi işkenceden geçiren bir rejimin PKK’nın eylemlerini durduramadığını kimse iddia etmesin. 12 Eylül’ün çökerttiği Dev-Yol, TKP, Halkın Kurtuluşu gibi sol örgütler o dönem PKK’dan yüzlerce kat güçlüydü. Çok yaygın militan ağları, çok geniş tabanları vardı. “12 Eylül silindiri” tümünü ezebilirken, PKK’ya dokunmamıştı. Anlayacağınız birileri PKK’ya “yürü ya kulum” demişti.
Tüm bunlara ilave olarak, 12 Eylül’ün yarattığı Türk toplumu da, yani sağcılaştırılan, tarikatlara ve doğuda aşiretlere teslim edilen toplum da Kürtçülüğün doğal tabanı halihe gelmişti. 12 Eylül Solu bitirmek adına doğudaki aşiretlerle uzlaşmıştı. Tarikat ve aşiret yapısı ise Doğu ve Güneydoğudaki Kürtleşmeyi hızlandırmış ve PKK’nın buralarda daha kolay örgütlenmesini sağlamıştı.
Bugün 12 Eylül’ün Amerikancılığı konusunda herkes hemfikir. ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli “destekçisinin” Kürtler olduğunu da herkes kabul ediyor. ABD’nin bu kadar desteklediği bir darbenin, ABD’nin çok sevdiği Kürtlerin önünü açması da bu nedenle doğal karşılanmalı.
Diyarbakır Cezaevi Auschwitz mi?
İşte propagandanın hainliği burada gizli. Auschwitz neresi? Hitler’in onbinlerce Yahudiyi öldürdüğü toplama kampı. Yani Diyarbakır Cezaevi’ni Auschwitz’e benzetmek 12 Eylül’ün bir Kürt katliamı yaptığını öne sürmektir.
Halbuki bu çok yanlış bir görüş ve gerçeklerle örtüşmüyor. Zaten yazımızın başından bire anlattığımız üzere, 12 Eylül PKK’ya baskı uygulamak bir yana onun önünü açmıştır. İddia edildiği gibi büyük bir zulüm de görmemiştir PKK. Örneğin 12 Eylül’ün idam ettiği insan sayısı 50’dir. Bunların arasında MHP’li bile vardır. Hatta Esenboğa’da katliam yapan ASALA militanı vardır. Ama tek bir PKK’lı yoktur.
12 Eylül’de 650 bin kişi gözaltına alınmış, 230 bini yargılanmıştır. PKK’nın toplam gücü ise o günlerde birkaç yüzdür. Yani bütün PKK’lılar yakalanmış bile olsa 12 Eylül terörünün çok küçük bir oranıyla karşı karşıya kalmış olabilirler.
Peki Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar? Öyle bir efsane yaratılıyor ki, gören de PKK’nın Diyarbakır’daki baskılar sayesinde örgütlendiğini sanacak. Mesela açık açık şöyle deniyor: “12 Eylül, akıldışı uygulamalarıyla Kürt meselesini müzminleştirdi. Kürt milliyetçiliğini kışkırtıp azdırdı. Öcalan’ı bu noktaya taşıyan da 12 Eylül’dür.”
Hatta bu düşüncenin benzerlerini kimi komutanlar da savunabiliyor.
Ancak unutulan bir şey var. Madem zulüm, baskı ve işkence PKK’nın büyümesine neden olmuş, bu mantıkla PKK’dan çok daha fazla zulme uğramış sol örgütlerin 12 Eylül’den sonra iktidar olması gerekirdi! Halbuki solun nasıl çöktüğünü biliyoruz...
Doğru, 12 Eylül Diyarbakır’da da işkence yaptı. Ancak Mamak’ta da yaptı, Bayrampaşa’da da... Bugün Kürtçülerin bir tek Diyarbakır’ı öne çıkarmaları Türkiye’nin dört bir tarafından tutuklanan, işkence gören yüzbinlerce devrimciye hakarettir.
Diyarbakır’da 34 kişinin işkencede öldürülmesini örnek olarak veriyorlar. Gören de, işkenceden yalnızca Diyarbakır’da insan öldüğünü sanacak. Halbuki 12 Eylül’de işkenceden ölenlerin toplam sayısı en az 800. Diyarbakır’da değil de İstanbul’da, Ankara’da ölen yüzlerce devrimcinin kemiklerini sızlatıyorsunuz...
Üstelik, Diyarbakır’da tutuklu bulanan herkes PKK’lı da değildi. Çoğu 12 Eylül öncesinde PKK’yla çatışmış sol örgüt militanlarıydı. Yani içerideki PKK’lıların içerideki MHP’lilerden çok da farkı yoktu.
Diyarbakır efsaneleri bir kenara bırakılsın. Diyarbakır’da işkence görenlerin çoğu PKK’lı değil, aksine 80 öncesinde PKK’nın da öldürmek için çabaladığı Türk devrimcilerdi. Diyarbakır’da ölen 34 kişinin büyük çoğunluğu da 12 Eylül olmasa PKK tarafından öldürülecekti.
Şu bir gerçek: 12 Eylül’de bütün zindanlarda işkence vardı. Baskı vardı. Zulüm vardı. Ölüm vardı. Bunu bugün herkes kabul ediyor. Ama ısrarla üzerinden atlanan bir gerçek var: 12 Eylül döneminde güçlenebilen ve örgütlenebilen tek bir hareket vardı: PKK...
Bu trajik durum sanırız 12 Eylül’de içeri giren ama 12 Eylül’den sonra güçlenen başka bir siyasi hareketin liderinin şu veciz sözleriyle açıklanabilir: “Biz içerideyiz ama fikirlerimiz iktidarda.” Bu sözleri söyleyen Türkeş içerideydi. Darbeyi önceden haber alan PKK lideri Apo ise, Türkeş’in bile başaramadığını yapmış, yurtdışına kaçmıştı. Hatta bütün sol zindanlarda inlerken PKK’nın lider kadrosunu Suriye’ye toplamış, silahlı eğitim kampları kurmuştu.
DTP’liler Kenan Evren’i ziyaret etsin
DTP’lilere tavsiyemiz şu. Ağır
hasta olan Evren’i 12 Eylül’ün bu yıldönümünde mutlaka ziyaret etsinler.
Bu son şansları olabilir. Evren’i 12 Eylül’de yaptıkları için olmasa
bile şu açıklamaları için kutlamaları gerekir:
“Seçim barajının %7’ye inmesi lazım. O zaman, DTP Meclise girer diye karşı çıkanlar var. Girsinler.”
Kaynak : http://www.turksolu.com.tr/253/erdem253.htm
0 yorum :
Yorum Gönder