19 Ekim 2014 Pazar

Malazgirt, Anadolu ve Kürtler
Kalde ve Kardukların Kürtlerin atası olmadığı açıklıkla ortaya çıkınca Minorsky Mart, Matta ve Med isimleriyle anılan Medlerin Kürtlerin atası olduğu tezini ileri sürmüştür.
Bu tez de kısa zamanda çürütülmüştür. Izady daha toptancı bir anlayış ile antik çağdan orta çağa geçiş döneminde Anadolu’da egemen olan Pers eyaletleri satraplıklarının Kürtlerin ataları olduğunu, yani Pont Krallığı ve Kapadokya Krallığı’nın Kürt krallıkları olduğu söylemine gelmiştir. Fakat burada bu söylemle çelişen bir başka olgu, Türklerin Irak, İran ve Anadolu’ya girdiklerinde bu bölgelerde Kürtlerin söz konusu olmamalarıdır.
Izady'nin Kürt Göçü Haritası
Tarihteki temelsizliği vurguladıktan sonra günümüzdeki jeopolitik açılımı ortaya koymamız ve bu politik açılımın arkasındaki gerçeği bütün açıklığıyla Izady’den yapacağımız alıntılarla vermemiz aydınlatıcı olacaktır. Izady’den aldığımız haritada Erbil merkezli Afro-Avrasya haritası çizilmektedir. Bu haritanın merkezine Erbil “Kürdistanı” yerleştirilerek 500 ve 2000 km. menzil içindeki ülkeler gösterilmektedir. Bu haritada görüleceği gibi Erbil’den 500 km. ötede Türkiye limanları İskenderun ve Antalya, 1500 km. mesafede Ege kıyıları, İstanbul ve İzmir gibi liman bölgeleri yer almaktadır. Burada vurgulanan nokta gelecek yüzyılda “Kürdistan”ın Avrupa’nın petrol merkezi olacağı ve bu petrol merkezinin Avrupa’yla olan ticari ağının ancak Türkiye limanlarındaki Kürt özerk bölgelerinin var olmasıyla mümkün olacağı gerçeğidir. Bu anlamda Izady bir pan-Kürt devletinin Kürtlerin içsel nedenleriyle gerçekleşebilir olmadığı altı çizilmekte ama eğer böyle bir Kürt devleti kurulursa, bu devletin Ortadoğu ve dünya politikasında en önemli bir devlet olacağı işaret edilmektedir.
(Haritayı büyütmek için tıklayın)
Bu olguyu Izady’den şu alıntılarla alabiliriz:
“Manzikert (Malazgirt) Savaşı’nın (1071) ardından büyük bir Türki göçebe seli Anadolu’ya girdiğinde, söz konusu bölgeler neredeyse tümüyle boştu; Türki göçebeler Bizanslıların boşalttığı bölgeleri, neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan çabucak kendi denetimleri altına aldılar. Ermeni yerleşimciler ancak yukarı Ceyan ve Seyhan Nehirleri’nde, Zeytun dolaylarındaki Klikya yaylalarına çekilebilirken, Aramiler kırsal bölgeyi, geldikleri zamanki gibi boş bırakıp, bölge şehirlerine (örneğin Adıyaman, Antep, Urfa) çekilerek büyük ölçüde ortadan kaybolmuşlardı.”
Demek ki Türkler Doğu Anadolu’ya girdiklerinde karşılarında Öcalan’ın söylediği gibi “ellerinde çiçekler olan Med çocukları”nı kılıçlarıyla doğramadılar.
Ama buradaki ilginç olgu, etnilerin göçü konusunda tarihsel gerçeğe gözünü kapatan ve Kürtlerin yedi bin yıldan beri bu coğrafyada, “Kürt coğrafyası”nda, yer aldığını ileri süren Izady’nin yine kendini çürütmesidir.
Izady, Anadolu’da Türklerin yerleşimi öncesi Kürtlerin bulunmayışını kendiyle çelişen bir göç hikayesiyle anlatmaktadır.
Kapadokya, Pont ve Komeneka krallıklarının Kürt olduğunu ileri süren Izady buradaki halkın Bizanslılar tarafından sürgün edildiğini ileri sürmekte ve bu bölgede Kürtlerin bulunmayışını bu sürgünle açıklamaktadır.
Bu birbiriyle çelişen alıntıyı okumanızı istememin sebebi günümüz Türkiyesi’ne Kürt sorununa yaklaşımı somutlaştırması açısındandır.
Izady şöyle diyor:
“İslamiyet döneminde, Müslüman orduların 10. ve 12. yüzyıl’larda zayıflamasından yararlanan Bizans İmparatorluğu bir kez daha sınırlarını, Kafkasya sınırlarına kadar olan bögelerden, modern Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarına kadar, tüm Anadolu’yu kapsayacak biçimde genişletmişti.
Bizanslılar kısa süre içinde bölgenin neredeyse tamamen Kürt olan ve Hıristiyan olmayan nüfusunu acımasızca göç ettirmeye ve katletmeye girişti. Bizanslılar Fırat’ın batısındaki bölgede, yukarı Halys (Kızılırmak) havzalarında ve Doğu Toroslar’da, Commagene, Kapadokya, Doğu Pontus ve bir ölçüde de Cezire bölgelerinin antik dönem Kürt sakinlerini köklerinden sökmeyi başarmışlardı. Bizanslılar onların yerine, İmparator Nicephoru Phocas (yönetimi, M.S. 963-969) döneminden başlayarak, eski Kürt topraklarına Hıristiyan Aramileri ve Ermenileri yerleştirmek gibi pek de olmayan bir program başlatmışlardır.”
Izady’nin bu alıntısıyla da ortaya konulan olgu etnilerin bulundukları yerden sürgün edilerek uzaklaştırılabiliyor olmasını kabul etmesidir.
Fakat buradaki göç yani Anadolu’nun Kürtsüzleştirilmesi göç hikayesi tarihsel gerçeklerle uymayan ve Izady’nin Türklerin İran ve Anadolu’ya gelişine kadar yazdığı Kürt tarihinin hiçbir temele oturmadığının kanıtıdır.
Izady, Kürtlere ortak ata arıyor
Izady, ortak ataları olarak bugünkü “Kürt bölgesi”nde yaşamış antik halkları Kürtlerin ataları olarak görürken; aynı şekilde ortaçağ ve modern çağ döneminde bu bölgede yaşıyan etnosların da Kürtlerin atası olmasını kabul etme zorunluluğunu kendine dayatmıştır.
Ama bu dönemdeki bu bölgede egemen olmuş etnosun tarihi üzerine değinmediği gibi, bu etnosların Kürtlerin ataları olacağını zimnen kabul etmektedir.
Bu atalar uzak atalardan daha gerçekçi bir şekilde Kürtlerin atalarıdır.
Peki kimdir bunlar sorusunu sorduğumuz zaman Firdevsi’ye Şehname’yi yazdıran 9. yüzyıl’da İran ve Afganistan’da egemen olan Türk egemenliği Gazneliler devletinin yöneticisi olan Gazneli Mahmut’tur.
10. ve 11. yüzyıl’da İran ve Anadolu’yu fetheden Selçuklu Türkmenleri (Oğuzlar)’dir.
12. yüzyıl’da İran ve Anadolu’da egemen olan Kıpçak ve Kantlı kabilelerinin oluşturduğu Harzemşahlar’dır.
13. yüzyıl’da İran ve Anadolu’yu fetheden, kabile ağırlıkları Türkler olan İlhanlı Tatarları’dır.
İlhanlıların 14. yüzyıl’da iktidardan düşmesiyle 15. yüzyıl’da bölgede egemen olan Timur Gürkanlıları olan Çağataylılar’dır.
15. ve 16. yüzyıl’larda Doğu Anadolu da egemen olan bayındır Türkmenlerinin konfederasyonu Akkoyunlular’dır.
Bayat Türkmenlerinin konfederasyonu Karakoyunlular’dır.
16. yüzyıl’da Şahseven Türkmenlerinin oluşturduğu derviş Türkmen devleti Safeviler’dir.
Safeviler sonrası İran’da egemen olan Afşarlar ve Kaçar Türkmenleridir.
Anadolu’da egemen olan ise Osmanlı Türkmenleri’dir.
O halde Kürtlerin ortak ataları bu 1500 yıllık süre içinde bu bölgede egemen olan Türklerle birlikte aranmalıdır. Ama Izady nedense bunu göz arda etmektedir.
Fakat Kırmançalık yayılımını inceleyen haritasında Kürtlerin 11. yüzyıl’da Urumiye bölgesinde, 12. yüzyıl’da Urumiyeyle Van Gölü arasından Azerbaycan’a doğru uzandığını; 13. ve 14. y.y’da Van Gölü’nden batıya doğru Güney Anadolu’ya doğru ilerlediğini ve Osmanlılarla birlikte Güney Anadolu’da 16. yüzyıl’da yer aldığını görmekteyiz.
Şerefname
Kürt tarihi yazımının temelini atan Şerefname Bitlisli Emir Şeref tarafından kaleme alınmıştır. Şerefname’de anlatılan olgu Rum (Osmanlı)-İran-Turan kral ve sultanlarının tarihidir. Yani Pan-Türk bir tarih yazımı Şerefhan tarafından yazılmıştır. Bu da Kürtlerin ortak tarihinin pan-Türkler içinde yer aldığının en açık delilidir. Kürtler üzerine ikinci ve üçüncü elden Batılı yazarın Kürtlüğü Türklükten ayrıştırmak için yazdığı ne kadar kitap varsa Kürtçüler tarafından basılmıştır. Bunun anlamı da “Kürt coğrafyası”ndaki insanların kendilerini Kürt olarak kabul etmelerini sağlamaktır.
Şerefname’de anlatılan Kürt tarihi mi?
Kürt tarihi yazımının temelini atan Şerefname Bitlisli Emir Şeref tarafından kaleme alınmıştır. Şerefname’de anlatılan olgu Rum (Osmanlı)-İran-Turan kral ve sultanlarının tarihidir.
Yani Pan-Türk bir tarih yazımı Şerefhan tarafından yazılmıştır.
Bu da Kürtlerin ortak tarihinin panTürkler içinde yer aldığının en açık delilidir.
Kürtler üzerine ikinci ve üçüncü elden Batılı yazarın Kürtlüğü Türklükten ayrıştırmak için yazdığı ne kadar kitap varsa Kürtçüler tarafından basılmıştır. Bunun anlamı da “Kürt coğrafyası”ndaki insanların kendilerini Kürt olarak kabul etmelerini sağlamaktır. Bunun sağladıktan sonra tarihsel gerçeklere kapıyı kapamaktır.
Bu ortak tarih anlayışında 1000 yıllık süreci geçen, 15 asıra varan bir Turanlı-Türk egemenliğinin gerçeği hem Pers hem de Kürtçü tarihçiler tarafından yok sayılmaktadır.
Yani batılı emperyalistlerin İran tarihi için yaptıkları çarpıtmanın bir benzeri “Kürdistan” yaratma için yapılan çarpıtmadır.
Bir ulus yaratmak için ulus tarihi yaratılmaktadır. Ve bu ulus tarihi tarihle hiç ilgili olmayan bir politik metindir. Bunu söyleyen Anthony Smith’tir. “Ulusların Etnik Kökeni” çalışmasında bu tema ele alınır.
Izady de Chambrige’de, kütüphanelerde bu tarihi yaratma çabasındadır. Bu çaba günümüz Türkiyesi’nde ve Kuzey Irak’taki Kürt politiğine temel oluşturabilmek için yapılmış bir çalışmadır.
Kürt jeopolitiği
Önceki yazımızda Kürt açılımının tarihsel boyutunun ne derece çarpıtılmış olduğunu ve bu çarpıtılmış tarihin gerçekmiş gibi günümüzdeki Kürt açılımına temel olmak için referans gösterildiğini yazmıştık.
Tarihteki temelsizliği vurguladıktan sonra günümüzdeki jeopolitik açılımı ortaya koymamız ve bu politik açılımın arkasındaki gerçeği bütün açıklığıyla Izady’den yapacağımız alıntılarla vermemiz aydınlatıcı olacaktır.
Izady’den aldığımız haritada Erbil merkezli Afro-Avrasya haritası çizilmektedir.
Bu haritanın merkezine Erbil “Kürdistan” yerleştirilerek 500 ve 2000 km. menzil içindeki ülkeler gösterilmektedir.
Bu haritada görüleceği gibi Erbil’den 500 km. ötede Türkiye limanları İskenderun ve Antalya, 1500 km. mesafede Ege kıyıları, İstanbul ve İzmir gibi liman bölgeleri yer almaktadır.
Burada vurgulanan nokta gelecek yüzyıl’da “Kürdistan”ın Avrupa’nın petrol merkezi olacağı ve bu petrol merkezinin Avrupa’yla olan ticari ağının ancak Türkiye limanlarındaki Kürt özerk bölgelerinin var olmasıyla mümkün olacağı gerçeğidir.
Izady’nin “pan-Kürt devlet” tezi
Bu anlamda Izady bir pan-Kürt devletinin Kürtlerin içsel nedenleriyle gerçekleşebilir olmadığı altı çizilmekte ama eğer böyle bir Kürt devleti kurulursa, bu devletin Ortadoğu ve dünya politikasında en önemli bir devlet olacağı işaret edilmektedir.
Bunu Izady’den alıntılarla okuyalım:
“Kürdistan’ın parçalarını yöneten devletlerden hiçbiri yakın bir gelecekte Kürtlere ya da egemenlikleri altında yaşayan diğer gruplara böyle bir lüksü tanıyacak durumda değildir. Modern silahların tahrip gücü göz önüne alındığında, (bu silahlardan bazılarının etkisi son on yılda Türkler ve Iraklılar tarafından doğrudan Kürtler üzerinde denenmiştir) Kürtler ile bu devletler arasında uzun süreli kanlı bir savaş, hiç kuşkusuz, bir pan-Kürt devletinin bir parçası olacak herhangi bir yer bırakmayacak kadar büyük bir tahribat yaratacaktır.
Birinci Dünya Savaşı büyüklüğnde bir tufan olmaksızın ve tüm bu yerel devletlerin yapısı parçalanmaksızın, Kürtlerin tüm insanlarını ve topraklarını bu devletlerin elinden kurtarabilmelerini düşünmek mümkün değildir.
Bir pan-Kürt devleti, bizzat Kürtlerin kendilerinden kaynaklanan nedenlerden dolayı bile gerçekleşebilir ya da istenebilir değildir. Kürt toplumundaki kültürel ayrılıklar, Kürtler gibi birbirinden uzak düşmüş tüm büyük uluslarda olduğu kadar yaygındır. Kahramanmaraş ve Gaziantep’teki Kürtler ile Sanandaj ve Kirmanşah’taki Kürtleri siyasal olarak birleştirmek, birbirleri ile kıyaslanabilecek kadar farklılaşmış olan Irak, Suriye ve Kuveyt Araplarını, ya da Almanya, Avusturya ve İsviçre Almanlarını aynı bayrak altında toplamak kadar yersiz ve saçma bir durumdur.
Bunun gerçekleşmesinin tek olası yolu, demokratik olmayan bir güç kullanımıdır.
1871’de güç kullanarak birçok Alman prenslik ve yönetimini tek bir Almanya devleti altında birleştirenler Prusya kuvvetleri olmuştur. Bu dönemde bile, Avusturya ve İsviçre Almanları dışarıda ve bağımsız kalmışlardır.
Ancak, eğer böyle bir pan-Kürt devleti kurulacak olursa, uzun vadede geleceği parlaktır. Böyle bir devlet ekonomik açıdan geniş tarım ve su kaynaklarına sahip olacaktır. Petrol rezervleri daha şimdiden iyi gelişmiş, kendi rafineleri, boru hatları ve İskenderun Körfezi’nde kurulu ihracat imkanları mevcuttur. Tüm Ortadoğu’daki en büyük devletlerden biri olacağı gibi, potansiyel olarak en zengin devletlerden biri de olacaktır. En az yedi bağımsız ülke ile sınırı olacak ve zorunlu olarak Ortadoğu politikasında büyük bir oyuncu olacaktır.”
Bu uzun alıntıyı satır aralarıyla okursak Kürdistan’ın parçalarını yöneten devletlerin askeri güçleri karşısında topyekün bir ayrılma mücadelesinin hayali olduğu görülmektedir.
Bu anlamda da beş parçacı tezlerin yani PKK’nın başlangıçtaki tezinin askeri olarak olanaksız olduğunu; Birinci Dünya Savaşı gibi bir yapıda bu şansın elden kaçtığını ve bu şansın elden kaçmasına sebep olan nedenlerinden en önemlisinin Türk Kurtuluş Savaşı’yla emperyalizmin burada geriletilmiş olmasını görüyoruz.
Her ne kadar “Kurtuluş Savaşı’nı Türkler ve Kürtler birlikte verdi” söylemi ileri sürülse de Kürtler, “7000 yıllık” tarihinde devlet olma şanslarını Türk Kurtuluş Savaşı’nın engellediği düşüncesindedirler ve bu ifade onu yansıtmaktadır.
Diğer taraftan ise Kürtlerin ulusal bir bütünlüğe ulaşmış bir formasyona sahip olmadıkları, Izady tarafından önceki bölümlerde de vurgulandığı şekilde ulusal devlet olma niteliğinin içsel bir nitelik oluşumuyla mümkün olması; ama Kürtler arası bir birlikteliğin olmadığı gerçeği bulunmaktadır.
En basit örneğini İdris Bitlisi’nin, Yavuz Sultan Selim’e “Diyarbakır Türkmen beyliğini fethetmek ve Kızılbaşları Diyarbakır’dan kovmak için bize bir komutan veriniz; çünkü Kürtler bir araya gelerek bir güç oluşturamazlar” söylemindeki gerçeklikten daha ileri bir gerçekliğin olmadığı Izady’nin bilincindedir.
Izady, demokratik olmayan güç kullanımının ancak dışsal güçlerce sağlanabildiği örneğinin, Kuzey Irak’ta Kürt bölgesinin Amerikalılarca korunmasıyla yaşanmış bir pratik olduğu gerçeğini saklı tutarak bir pan-Kürt stratejiyi düşünmektedir.
Izady’nin verileriyle, bu stratejide Ortadoğu’nun tüm su kaynaklarını, petrol rezervlerini ve rafinerilerini İskenderun Körfezi’ndeki ihracat imkânlarını ele geçiren zengin bir devletin olacağı hayali söz konusudur.

0 yorum :