31 Temmuz 2015 Cuma

Kürt isyanlarının nedenleri, tarihçesi ve PKK katliamları (1)
 
Tarih boyunca bir takım gruplar ya bilerek ve isteyerek, maddi- manevi çıkar peşinde, ya da iyi bir şey yapıyorum zannıyla büyük planların oyuncağı olmuşlardır: 1915 yılında Van’ın tüm Müslüman nüfusunu katlederek “Ermenistan” ilan edenler, 1930 yılında Ermeni Hoybun teşkilatı aracılığı ile ayaklandırdıkları Kürtlere “Ağrı Cumhuriyeti”ni kurdurmuşlardır. Ermeni papaz tarafından kurulmuş olan örgüt bunu Kürtlere iyilik olsun diye mi yaptırmıştır? Yoksa başka bir hesap mı vardır?
O bölgeye ve iddialara bakıldığında, Van Gölü, Ağrı Dağı “Büyük Ermenistan”ın mı, yoksa “Büyük Kürdistan”ın sınırları içinde mi kalmaktadır? Akdamar’da Ermeni kilisesi vardır. Ahlat ise, Selçuklu eserleri ile doludur. Yüzlerce yazılı taşın hiç birinde Kürt kelimesine de rastlanmamıştır. Oraların Kürdistan olduğunun delili nedir? “Büyük Kürdistan” ve “Büyük Ermenistan” haritası üst üste konduğunda, her ikinin de sınırları içinde kalmayan kaç tane şehir kalır geriye? Buraları onlara ikram edenler o toprakların binlerce yıllık sahipleri mi, yoksa çok uzaklardaki başka ülkeler midir?
Bazı Ermeniler çok mu uyanıktır? Yoksa kendi idealleri için “saf Kürtler”i kullanan, onların elinden kolayca hazır lokmayı kapacağını zanneden bu “uyanık Ermeniler” de daha büyük planların piyonları olduklarının farkında olmayan “saf Ermeniler” midir?
Saddam’ın daha başta olduğu ve ABD’nin Irak’ı işgal edebilmesi için ikna çalışmaları yaptığı dönemde, tanıdığım Irak’lı bir Kürt, amaçlarının bağımsızlık olduğunu, başlangıçta ABD’ni kullanıp daha sonra ondan kurtulacaklarını söylemişti. Ben de, bir toprağı hangi asker kazanırsa o toprağın, o askerin ülkesinin güdümünde kalacağını, gerçek bağımsızlığın ancak kendileri mücadele ederlerse söz konusu olabileceğini söylemiştim. Özgürlüğün, “Bak sana gelin aldım. Düğününü yaptım. Gelin hazır, hamile bile “ gibi, prefabrik, hediye edilebilir bir şey olmadığını anlatmaya çalışmıştım.
Ama arkadaş, benim bilmediğim çok şeyler olduğunu ima edercesine, bilgiç bir şekilde başını sallamış, zamanı gelince sonucu göreceğimi ve hatta kendisinin “Kürdistan”da yönetici olacağını söylemişti. (İlginç bir şekilde aklında “Kürdistan” projesi olanlar içinde, hiç gidip köy okuluna öğretmen olmayı veya iki kız çocuğunu okutmayı düşünen yok. Ya da öylesine ben henüz rastlamadım. Hep bakan, vali, yönetici bir şey oluyorlar?!)
Oraya gelen, büyük devletin ve destekçilerinin çantalarında A’dan Z’ye planların ve bunu yaptıracak gücün olduğunu ve aşiret reisi “artık git!” dediği zaman kuyruğunu kıstırıp çekilmeyeceğini anlamamak çocukça bir saflık gerçekten: Oyun öyle oynadı ki, aşiret reislerinden biri, “Artık git!” değil, “ABD askeri gidemez” demek zorunda kaldı! (İran’da 30 milyondan fazla Türk kökenli insan vardır. Kürtler de vardır. Ama orada, ABD ve Batı bizdeki kadar kolay at koşturamadığı için, Türkler ayaklandırılmamış, PKK’nın İran kolu PJAK başarılı olamamıştır.)
Uzun vadeli planlar yapanlar, hiç elleri yanmadan, maşalarla, başka yerlerde at oynatıyorlar. O bölgede kimin kimi öldürdüğü, birkaç yüz, birkaç bin veya milyon (Irak’taki gibi) insanın ölmesi ve onların dini, milliyetleri, demokrasi olup olmaması gerçekte hiç önemli değil! Önemli olan yönetimin işbirlikçi olup olmamasıdır.
Dün Kürt’ü ve Ermeni’yi birbirine kırdıranlar, daha sonra PKK-Ermeni ittifakları yaptırmışlardır. Onun için, unutmamak gerekir ki, bugün senin yanında olup bana karşı kışkırtan, yarın benim yanıma geçip seni yok etmek isteyebilir! Bugün Kürt’ü destekleyenler, istedikleri sonuca ulaşamazlarsa, yarın Arap’ı destekleyebilirler. Kürt’ü Kürt’e veya Kürt’ü Arap’a kırdırabilirler. Bugüne kadar hem Kürtler, hem Türkler, hem Ermeniler bu etnik-dini çatışamalardan zarar görmüştür. Bunları birbirine düşürenlerin sağladığı büyük bir maddi çıkar da henüz yoktur. (Bu üç halk çatışma yerine birliğini korusaydı, teröre giden kaynaklar yatırıma gitseydi, şimdi Türkiye milli gelir düzeyi ve kalkınmışlık seviyesiyle AB üyesi ülkeler arasında iyi bir yere sahip olabilirdi. Amaç acaba Ermenilere ve Kürtlere iyilik etmek değil, bunu engellemek miydi?)
Ayrılıkçı olmak için ise, kendi kendine yetmeyi göze almak gerekir. Örneğin, İstanbul diyebilir ki, “Ben devletin yaptığı yatırımın birkaç katı kadar artı değer üretiyorum. Ürettiğim zenginliğin şehrimde kalmasını istiyorum. Bundan sonra özerk bir yönetim ve bütçe istiyorum.” Devamında Ankara’ya, “İstersen bana hiç destek olma, ben kendi kendime yeterim.”diyerek resti de çekebilir. Ama Hakkâri’de 30 liralık yardımın 1 lirası devlete dönüyor. Yani Hakkâri’nin devletten aldığı destek, verdiğinin 30 katı. Özerklik peşindeki birilerinin, “Sen bana para ve hizmet vermeye devam edeceksin. Hatta 40 diyorsam 40, 60 diyorsam 60 lira vereceksin. Ben, sana o 1 lirayı da vermeyeceğim. Benim parayı nasıl harcadığıma, kime ne yaptığıma da karışmayacaksın!” diye rest çekmeye çalışırsa bu sadece komik olur. Bu proje ve talep, Irak’lı Kürt’ün ABD’yi kullanıp atma projesi gibi, büyük bir yanılgıdır.
Bugün, orta çağ kalıntısı ağa-şıh vesayetine bir de PKK vesayeti eklenmiştir.
(Ağaların bir kısmı aynı zamanda şeyhtir. Ve hatta Arap olan Hz. Muhammet’in soyundan gelen Kürt Seyyitlerdir? Bölge halkı bu şeyh-ağalar tarafından, hem geçim, toprak, hem dini gerekçelerle kıskıvrak bağlanmıştır. )
Yaklaşık yarısı okuma yazma bilmeyen kadınları gösterilerde ön saflara dizen, “kepenk aç-kapa”, “haraç ver”, “gösteri yap”, “taş at” diyen, ağa işbirlikçisi PKK’ya gönülsüz destek verene yazıktır. Gönüllü olarak katılanlar varsa, farkında olmadan kendilerine zarar vermek için mücadele eden bu insanlara da, terör yüzünden yerinden yurdundan olan insanlara ve kaynakları, canları, huzuru yok olan tüm Türk halkına gerçekten yazıktır.
PKK ne topraksız köylüye toprak dağıtmış, ne de ekonominin, eğitim seviyesinin artmasına, sağlığın, huzurun sağlanmasına katkıda bulunmuştur. PKK kendilerine destek olan dış güçler, işbirlikçi ağalar vasıtasıyla bölgede var olanı da yıkma çabasına girmiş, insanlar terör nedeniyle tarlalara gidememiş, hayvan otlatamamış, hatta köylerinde kalamamış, tarım durma noktasına gelmiştir.
Terörün olduğu yerde turizm de, yatırımlar da gerilemiş, işsizlik artmıştır.
İşsizliğin ve nüfusun artması da terörü beslemiştir.
Bozuk saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterir. Öcalan’ın Kürdistan’da kölelik tespitleri doğrudur: Kürdistan’da kölelik daha fazladır. Önderliği aşiret kafasıyla itaat olarak anlayanlar, köle ruhlu insanlardan önder çıkmaz. Bu tespite uygun olarak, aşağılık duygusu içinde, Öcalan’ın müritleri olmak dışında bir planları olmayanlar milletvekili de olsalar, partileri de olsa hiçbir soruna yönelik çözüm üretemezler. Onlar da zaten, PKK’ya kaynak sağlayan kontrolsüz nüfus artışı, eğitimsizlikten ve işsizlikten memnun görünmektedirler.
Churchill’in Afganistan için tespitleri olan, kabaca: Aşiretler birbirine düşman, herkes birbirine düşman, hepsi birlikte dışarıdakine düşman, Türkiye’nin Güney Doğusu için de söylenebilir. Entegre olmaya ve değişime karşı direnç yanında, aşiretler arası çekişme, kan davaları, aileler arası düşmanlıklar vardır. Bölgede huzurun ve güvenin sağlanması için, “kültür” adı altında bu yapının korunması değil, değişmesi gerekir. Sanki kadınları hamile bırakıp kaçan gerçek bir insanmış gibi, olmayan geliriyle 5-8-10-20 çocuğa sahip olup, sonra yoksulluktan dolayı sadece, çocuklara sahip çıkmayan “devlet baba”yı sorumlu tutmak, çocukları devlet düşmanı olarak yetiştirmekten vazgeçmek gerekir.
İnsanlar ana-babalarının hatalarından ders çıkarmalı, aynı sorunları yaşamamak için aynı yanlışları yapmamalıdırlar. İki-üç analı, babanın ilgisiz, ananın çaresiz, sevgisiz ortamda, sürekli olarak ezildikleri, haklarının yendiği söylenilerek, koşulların acımasız olduğu düzende, düşmanlık, kıskançlık duygularıyla yetişen insanların tüm yaşamları ziyan olmaktadır.
Bu büyük eksiklikler ve açlıklar dipsiz kuyuya dönüşmekte, hangi servete, hangi eşe veya evlada, hangi statüye erişilirse erişilsin sürekli olarak daha fazlasını istemeye, üstesinden gelinemeyen iliklere işlemiş bir ezilmişlik, aşağılık duygusu içinde, mutsuz yaşamaya dönüşmektedir.
(Kuş gribinden üç çocuğunu birden kaybeden Batman’lı babaya, Başbakanın talimatı üzerine, satın alınıp kendisine verilmek üzere, Batman’daki istediği evi seçmesi istenmişti. Ancak, vatandaş Batman’daki evlerin hiç birini beğenmemiş, “Çocuklarım denizi hiç görmedi. İstanbul’da denizi gören bir ev ve iş istiyorum” demişti. Almanya’daki Kürtlerin de -Almanya’nın sağladığı tüm olanaklara karşın- “Türkiye’de ikinci sınıftık. Buraya geldik, yedinci sınıf olduk” diye yakındıklarını duyduğum zaman çok şaşırmıştım. Beklentileri neydi? Ne olmak istiyorlar acaba? diye çok düşündüm. Türk devleti Türklere deniz gören bedava ev, Alman devleti Almanlara bedava villa ve işyeri dağıtıyor, bütün bunlar Kürtlerden mi esirgeniyordu?)
“Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına” der atasözü. Allah, her insana akıl vermiştir. İnsan, seçtiği yolda, desteklediği kişi veya görüş sonucunda başına gelenlerden hep başkalarını değil, kendisini de sorumlu tutmalıdır. İşine gelince mazlumu, mağduru oynayıp, eline fırsat geçince veya töre vb. adı altında kendi insanlarını bile acımasızca katledenler ve onların destekçileri artık durup ne yaptıklarını düşünmeli, akıllarını başlarına toplamalıdırlar.
Yüzde 99’u Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede, karşılıklı güven ve huzurun tavan yapması gerekir. Ama insanlar birbirinden korkuyor, güvenmiyorsa, can-mal-ırz güvenliği yoksa o toplumda imandan, dindarlıktan söz etmek mümkün değildir. Müslüman kendisinden emin olunan, kardeş kadar güvenilecek olandır. Bu ortam yoksa, suçlusu o ülkenin insanlarıdır.
Zaman düşmanlıkları sürdürmek için bahane arama değil, çözüm için ortak akıl üretme zamanıdır. (Çözüm önerileri, “Kürdistan yolunun ufak tefek taşları (3), konulu yazıda ele alındığı için burada tekrarlamaya gerek yoktur.)
Kin ve düşmanlık duyguları içinde kendini yıpratarak, yaşamı hem kendine hem diğer insanlara zehir ederek ömür tüketmek, hem dünyayı, hem de -inançlı insan için- ahireti yok etmektir.
Hem ağanın- şeyhin kulu olmak yerine sadece Allah’ın kulu olmak, Öcalan’ın kölesi-PKK’nın uşağı olmak yerine gerçekten özgür bir yurttaş olarak yaşamak, hem de sonraki nesillere yaşanacak, temiz ve huzurlu bir dünya bırakmak için çaba göstermenin zamanı çoktan gelmiştir.
Önemli olan birilerinin keyfi ve planları için kaynakları, yaşamları ziyan etmemek, oyuna gelmemektir.
Şimdiye kadar yapılan zarardan dönülüp, en azında ibre kâra yönlenmelidir. Ama tecrübelerden ders çıkarılıp sonraki kuşaklar düşmanlıkla yetiştirilmemelidir ki, onlar da aynı zararı görmesinler. Çünkü gerçek kazançlı olan, zarardan dönen değil, aklını kullanıp zarara girmeyendir.

0 yorum :